Gelecek büyücülerin, cadıların, sihirbazların, şamanların ve kahinlerin geleceği. Sadece yanlış tanımları kullandığımız için bunu göremiyoruz.
Yukarıdaki cümle sizin için bir anlam ifade etmiyor ya da fazla iddialı gelmiş olabilir. Hatta şu anda maili silip abonelikten çıkmayı bile düşünüyor olabilirsiniz. Ama biraz sabredin ve benimle birlikte devam edin. Oldukça keyifli bir bölüm olacak bu.
Bu bölümde biraz sihirden ve teknolojiden konuşacağız. Tuhaf Gelecek’ten merhaba!
İnsanlık olarak en büyük hatalarımızdan birisinin bilimle sihir arasında bir sınır olduğunu düşünmemiz ve sihiri terk etmeye çalışmamız olduğunu düşünüyorum. İsimlerini destursuz anmamızın yasak olduğu Aydınlanmacı düşünürlerin getirdiği o büyük tezler yüzünden bu hâlde olduğumuzu bile iddia edebilirim (ve bunda pek de haksız sayılmam). Oysa bu durumda olmamızın en büyük sebebi bilim-teknoloji ile sihiri ayrı şeyler zannetmemiz ve bunun üzerinden kendimize bir üstünlük kurmaya çalışmamız.
(Benzerini felsefe tarihçileri de sıkça yapar. Biraz felsefe tarihi okuyanlar, özellikle Antik Çağ tarihini, o meşhur ve saçma “mitostan logosa geçiş” masalını duymuşlardır mutlaka.)
Neyse ki bunu ciddi bir biçimde sorgulamaya başladık ve artık kesin bir şekilde bu kalıpları savunmuyoruz. Özellikle Haunted Machines ekibinin başını çektiği bu sorgulama, bizlere nasıl bir hatanın içerisinde olduğumuzu ve bundan kurtulmayı başarırsak geleceğimizi ve günümüzü nasıl daha iyi anlayabileceğimizi göstermeye çalışıyor. Ben de bu sorgulamanın bir parçası olarak hareket ediyor ve elimden gelen katkıları sunmaya çalışıyorum.
Bilim ve teknoloji, biraz dikkatli incelendiği zaman aslında farklı araçlarla yaptığımız ve bu dünyada gerçekleştirebildiğimiz sihirden daha fazla bir şey değil. Biz sihir yapmak, birer büyücü olmak için uğraşıyoruz ve eğer başarılı olabilirsek adımız bilim insanı oluyor.
Bunu daha iyi anlamak için yakın zamanda teknolojinin neleri gerçekleştirdiğine bir bakalım. Nesneleri onlara dokunmadan yönetmek, geleceği tahmin etmek, insanların gerçekte kim olduğunu öğrenmeye çalışmak, çok uzaktaki insanlarla iletişim kurmak, bedenin dışına çıkabilmek. Bu şekilde tanımlayınca sihir gibi görünüyor ama bunlara Internet of Things, hava durumu, big data, Skype/WhatsApp ve yapay zeka dediğimiz zaman teknoloji oluyorlar.
Bu durumu Theorizing the Web 2015’te yapılan “Under Its Spell: Magic, Machines, and Metaphors” isimli panelde oldukça detaylı ve verimli bir şekilde incelediler. Özellikle panelin başlarında Debbie Chachra’nın kurduğu bir cümle bunu çok güzel açıkladı:
Bizler kendimizi sihirden, gerçek olmayan şeylerden uzaklaştırmaya çalıştığımızı zannediyoruz ama aslında yaptığımız bu isteklerimizi farklı araçlarla ve yollarla gerçekleştirmekten fazlası değil. Eğer sihirle istediklerimizi gerçekleştirebiliyor olsaydık, bilim dediğimiz şey o olacaktı.
Bu yüzden teknoloji/teknik ile sihir arasındaki ilişkiyi, Jenny L. Davis’in tweetindeki özetle de açıklamanın mümkün olduğunu düşünüyorum: “teknoloji ile açığa çıkan sihir = ilüzyon, satın alabildiğiniz ilüzyon = teknoloji.”
Bunun yanında sihirle bilim arasına koyduğumuz en büyük farklardan birisi, sihirin gizemli bir kesime ait olması ama bilimi isteyen herkesin yapabileceğidir. Ancak yukarıda bilim ve sihir arasında o gizlenmeye çalışılan ilişkinin nasıl derin olduğunu gördük. Bu durumda, paragrafın başında koyduğumuz ayrımı şu şekilde değiştirmeyi teklif etsem ne düşünürsünüz (yine Debbie’den bir alıntı): bilim, açık kaynak sihirdir.
Bu söylediklerimin kulağa kışkırtıcı ve belki de biraz rahatsız edici gelebileceğinin farkındayım. Ancak bu ilişkiyi iyi bir şekilde tanımamız ve incelememiz gerekiyor. Çünkü bu benzerlikler onların politik, sistematik ve düşünsel altyapılarının da ciddi bir biçimde benzemesine ve bu sayede birisinde açık bir biçimde görünmeyen detayları diğeri aracılığıyla görebilmemize imkan tanıyor. Ve buna ciddi bir şekilde ihtiyacımız var.
Sihir ve teknoloji, büyük anlamda dünyayı anlama ve onu dönüştürme çabalarının iki farklı biçimde ortaya çıkışıdır. Bu çaba, kaçınılmaz olarak bir güç elde etmeye ve o gücü kullanmaya yöneliktir, başka türlü bir dönüşüm yaratmak söz konusu olamayacaktır çünkü. Bu yüzden sihirin ve teknolojinin güç ve iktidar ile ilişkisi birbirine çok benzer ve birisinde gizli olan ilişki, diğerinde daha açık bir biçimde görülebilir.
Örneğin eski çağlarda -henüz sihiri çöpe atmadığımız zamanlarda- kimlerin sihir yapabileceği, yapabilecekleri sihirlerin sınırlarının ne olacağı ve kimlerin sihir yapmasının veya üzerine çalışmasının suç olduğu krallar tarafından belirlenir ve kontrol altına alınırdı. Elbette bu kontrolde bölgedeki dini güçlerin de ciddi bir etkisi ve yaptırım gücü de mevcuttu.
Günümüzde aynı kurallar teknoloji için de geçerlidir. 1990’larda ABD hükümetinin şifreleme teknolojilerine karşı verdiği savaşı bir düşünelim. Ya da günümüzde devletlerin, vatandaşlarının her şeylerini öğrenmek için nasıl gizli teknolojiler kullandığına ve bizim kullandığımız teknolojileri zayıflatmaya çalıştığına bakalım. Hatta daha sert ülkelerde insanlara kendilerini iktidardan korumak için teknolojiyi nasıl kullanabileceklerini öğreten insanların başlarına gelenleri bir düşünelim. Bunların arasında ciddi bir fark olduğunu iddia edebilir miyiz?
Peki devletlerin ve şirketlerin günümüzde kahinlere büyük paralar yatırdıklarını iddia etsem? Elbette bildiğimiz anlamda karikatürize falcılarla değil, daha profesyonel kahinlerle çalışıyorlar. Biz bunlara veribilimciler veya big data uzmanları diyoruz. Ancak yaptıkları bir yığın veri içerisinde bir ilişki kurarak ondan anlam çıkarmaya (ve çoğu zaman başarısız olmaya) çalışmaktan fazlası değil. Tıpkı kahve falında çıkan rastgele şekillerden bir anlam üretmek gibi.
Elbette bu şekilde kurulan ilişkiler birçok kişinin hoşuna gitmiyor. Ancak bir de bu ilişkinin övünülerek kurulduğu durumlar var. Böyle örneklerde sihirle, sihirbazlıkla olan benzerlik övgüyle sunuluyor ve hatta korunmaya çalışılıyor. 1990’larda bu daha açık bir biçimde yapılıyordu, internet ve bilgisayarlar direkt sihir olarak tanımlanabiliyordu. Şimdiyse daha çok metaforlar kullanılıyor bunun için. Örneğin bir şeyleri ‘automagically’ yapan yazılımlar hayranlık bırakıcı işler olarak görülüyor. Algoritmalar zaten doğaüstü bir şey gibi tanımlanmakta daima. İnsanlara kullandıkları teknolojilerin nasıl çalıştıklarını, arka planda neler yaptıklarını bilmelerine gerek olmadığı söyleniyor. Sonuçta “it just works”.
Ve bunun bu şekilde kalması için de ciddi bir çaba harcanıyor. Sonuçta hiçbir sihirbaz, sırlarının ortaya çıkmasını ve herkesin yapabileceği hâle gelmesini istemez. Bu yüzden teknoloji haberlerinde patent davalarından geçilmiyor. Ya da DRM dediğimiz baş belasıyla bu yüzden uğraşıyoruz. Günümüzde bilgisayarların (= her türlü teknolojik alet) açılıp modifiye edilebilir veya tersine-mühendislik uygulanabilir olması bir zayıflık olarak görülüyor. Çünkü sihirbazlar güçlerini kaybetmek istemiyorlar.
(Star Charts of Five Eyes – Ingrid Burrington)
Ben sihirin ve teknolojinin hayatımızda kalmasını istiyorum. Hatta bunlar olmadan insanlığın doğru düzgün bir medeniyete de sahip olabileceğine inanmıyorum. Ancak sıklıkla yaptığımız gibi tüm bunları iyi ve kötü, en tepede ya da çöplükte, ya birisi ya diğeri şeklinde ayırmanın da bizlere zarar vermekten başka bir işe yaramayacağını savunuyorum. Elimizdeki her şeyi detaylı bir şekilde incelememiz ve onları kullanıyor olmamızın onlar üzerine eleştirel düşünmemize bir engel teşkil etmemesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü elimizdeki daha iyi hâle getirmenin başka bir yolu yok.
Bu yüzden ben sihirden yanayım. Ama özgür ve herkesin yapabildiği bir sihir istiyorum. Yazılımcı ya da sihirbaz olmanın bir toplumsal sınıf yaratmadığı; aksine herkesin bu özelliklere sahip olabildiği bir yapı kurmak için çabalamamız gerekiyor.
Ancak bunun gerçekleştiğini görebilecek miyim onu bilmiyorum. Geçmişten günümüze, eğer iktidarın hizmetinde sihirbazlık yapmıyorsanız daima ötekileşmeye ve kıyıda kalmaya mahkumsunuzdur. Tıpkı Warren Ellis’in konuşmasında sözünü ettiği gibi. Aynısının günümüz iktidarlarının (Devletler ve İstifler) kontrolü dışında sihir yapmak isteyenler için de geçerli olduğunu söyleyebilirsiniz. Elbette bu değişmedi, çünkü her zaman olduğu gibi iktidarlar kendi kontrolleri dışındakileri satın almaya ve yok etmeye devam ediyor. Bu kurallara göre oynamak istemiyorsanız da bi kuytu köşede hayatta kalmak için çabalamanız gerekiyor, günümüz özgür yazılım camiası gibi. İktidara uyum sağlamak istemiyorsanız onun alanından kaçmanız, gettoya gitmeniz gerekiyor. Sihirbaz da olsanız, dahi bir biliminsanı da olsanız bu kural hep geçerlidir.
Ancak bir yandan da sihirin ve teknolojinin asla kontrol altına alınamayacak güçler olduğuna inancım tam. Bu yüzden hâlâ gelecek üzerine düşünebiliyor, bir şeyler hayal edebiliyorum belki de. (İnatla Linux kullanıyor olmam bile bununla alakalı belki.) Ancak buna inansam da iktidar ve ötekiler arasında bu gücü tamamen ele geçirmek için süren savaşın bittiği bir gün görebileceğimize inanmıyorum. Daima ötekileştirilmiş sihirbazlar ve iktidarın sihirbazları olacak, daima sokaktakiler ve lüks mekanlardakiler olacak. Tüm zıtlıkların ve savaşın daima süreceği bir medeniyet yarattık galiba.
Diğer yandan bu savaşın asla bir denge durumuna geleceğine de inanmıyorum. Bunu, Özgür Uçkan hocamdan ödünç alacağım bir metaforla, bir çıta yükseltme oyunu olarak tanımlamak mümkün. Bir o taraf yükseltecek sınırları, bir diğer taraf. Mesele onların yükseltmesini engellemekten çok, onların size yetişmesini zorlaştırmak. Her adımda mümkün olan en yüksek noktaya çıkararak karşı tarafın işini zorlaştırmak. Eğer bir gün hepimiz zihinlerimizi dijitalleştirip de ölümsüz olursak bile bitmeyebilir bu oyun.
BU HAFTANIN OKUMALARI
*Designing a Living Society in SWG, part one – Raph Koster
*Why Google’s Robot Personality Patent Is Not Good for Robotics – Kate Darling
Bir Cevap Yazın